E-BÜLTEN'E KAYIT OL
SAYI 3: YARATICI DİRENİŞ | KASIM 2022 | NAYAT KARAKÖSE | İki küp şeker hafızamızı nasıl “tatlandırır”?
KÖŞE YAZISIHAFIZA

İki küp şeker hafızamızı nasıl “tatlandırır”?

Zamana ve geçip giden hayata karşı, unutturulmaya ve belletilen unutmalara karşı gösterilen bir çabadır hatırlamak. Hafıza mekânları ve müzeler unutmaya, unutturmaya karşı direnirken hatırlamayı kolektif hâle getirerek bir arada yaşam, eşitlik ve barış temelli bir geleceğin inşasına da katkı sağlar.

Arusyak'ın iki küp şekeri || Fotoğraf: facebook.com/armeniangenocidemuseum/

Bir küp şeker size ne ifade eder? “Küp şeker” dendiğinde aklınıza ilk ne gelir? Peki nesnelerin hafızası var mıdır? Nesneler farklı bağlamlarda ve koşullarda bambaşka ve hiç düşünemeyeceğimiz anlamlar kazanır mı? Bir küp şeker, mesela, hayatta kalmanızı sağlayan bir “can yeleği” işlevi görür mü?

Ermenistan’ın başkenti Yerevan’da bulunan Soykırım Müzesi ve Enstitüsü’nde 2010 yılında gördüğüm iki küp şeker, beni ismini duymadığım ve varlığından haberdar olmadığım Arusyak Babikian’ın hikâyesiyle tanıştırdı. Hikâye şöyleydi: Yaklaşık 3 kiloluk şeker kütlesi, Erzurum’da ölüm yolculuğuna çıkmadan önce baba Satenik Babikian tarafından Arusyak, Hayganuş, Mnatsakan ve Hayk isimli dört çocuğa bölüştürülür. Dörde bölünüp küp formuna getirilen şekerler sayesinde Babikian ailesinin çocukları açlıkla mücadele eder ve hayatta kalmayı başarırlar. Soykırımda kurtarılan 1903 doğumlu Arusyak ise son iki parça küp şekeri saklamaktan hiç vazgeçmez ve bu şekerler, yıllar sonra, Yerevan’da bulunan Soykırım Müzesi’nde sergilenir. İşte dünyanın dört bir yanından gelen müze ziyaretçilerini karşılayan o iki küp şeker, Arusyak ve kardeşlerinin hayatta kalma mücadelesi etrafında örülü pek çok anlamı da kendisiyle birlikte taşır.

Bazen en sıradan, en üzerine düşünmediğiniz bir nesne, hikâyesiyle birlikte karşımıza çıkınca bambaşka anlamlar kazanır. Nesnelerin hafızası da, hikâyesi de vardır. Her nesne bir tanıktır, her nesne bir veya birçok hayata ortaktır. Mekânlar da nesneler gibi bizlere iştirak eder. Önünden her gün geçtiğimiz bir bina, üzerinde yürüdüğümüz bir kaldırım taşı, herhangi bir meydan, nefes almak için gezindiğimiz parklar, bir kültür-sanat mekânı, katman katman hikâye ve hakikat içerir. Yeter ki keşfedecek, sadece bakma değil görme yetisi, sadece dinleme değil gerçekten duyma kabiliyeti olan kişiler olsun.

Bir direniş şekli olarak hatırlamak

Hafıza çalışmaları alanına önemli katkılarda bulunmuş Aleida Assmann, bilinçli bir çaba ve sistem gerektiren hatırlamanın unutmaya karşı bir direniş, unutmanın ise fark edilmeyen, sessiz bir süreç olduğuna dikkat çeker.[1]

Zamana ve geçip giden hayata karşı, unutturulmaya ve belletilen unutmalara karşı gösterilen bir çabadır hatırlamak. Birçok formu vardır hatırlamanın ve hatırlatmanın. Mekânlar üzerinden hatırlatmak ise alternatif bir hafıza yazımı bırakır insanlığa; kolektif hafızanın katmanlaşmasına, derinleşmesine katkı sağlar. Geçmiş, bir gezegenin etrafında dönen bir uydu gibi dolanır durur hayatlarımızın ve şimdiki zamanlarımızın etrafında bazen; bazıları için sadece “geçmişte kalır”, bazıları içinse bugünde hep vardır –bugüne entegredir ve bugün olanları şekillendirendir.

Dünyanın dört bir yanında zor geçmişlerle, şiddet dolu tarihlerle yüzleşen hafıza mekânları, kolektif hafızada ve kolektif vicdanda iz bırakan, yaralar açan olayların ekseninde bir hatırlatma ve yüzleşme fırsatı sunar. Hafıza mekânları ve müzeler unutmaya, unutturmaya karşı direnirken hatırlamayı kolektif hâle getirerek bir arada yaşam, eşitlik ve barış temelli bir geleceğin inşasına da katkı sağlar. Şiddet dolu geçmişlerin ele alındığı hafıza mekânları alternatif bir tarihyazımını olanaklı kılar. Söylemiyle, sunduğu arşivlerle ve kaynaklarla alışılagelmişin dışında bir okumadır. Hafıza mekânlarının sunduğu fırsatlar ise unutturma politikalarıyla ve öğretilen unutmalarla toplumsal amnezi yaratmak için var gücüyle çaba gösterenler için bir tehdittir. Hakikatin mekânlar üzerinden aktarılması, o hakikati yıkmak, yerine bambaşka bir “gerçeklik” algısı yaratmak için çalışan “algı mimarları” için rahatsız edicidir.

Bir buluşma ve iletişim mecrası olarak hafıza mekânları

Hafıza mekânları aynı zamanda buluşma mekânlarıdır; insanları, hiç tanımadıkları, isimlerini bile duymadıkları başka insanlarla buluşturur, onların gerçek, sahici hikâyelerine erişim imkânı sağlar. Sorular sorar, daha önce düşünmediğimiz değerler üzerine düşünmemiz için bizi tetikler. Harekete geçmek için, dönüşümün bir parçası olmak için bizi yüreklendirir.

Hiç tanımadığımız bir Yahudi tiyatro oyuncusunun Buchenwald Nazi Toplama ve İmha Kampı’nda, koşullar her ne olursa olsun Shakespeare’in 12. Gece’sini gizlice sahnelemiş olması; Şili diktatörlük rejimi altında, hapishanede tutuklu bulunan bir mahkûmun bestelediği bir şarkı; Apartheid rejiminin yürürlüğe koyduğu beyaz bölge yasalarıyla, Cape Town’da üzerinden buldozerler geçilerek hayatları paramparça edilen District Six [Altıncı Bölge] bölgesi sakinlerinin, “Hayatlarımızı paramparça ettiler, peki hafızamızı paramparça edebilireler mi?” sorusuyla hafızayı gelecek nesillere aktarmak amacıyla kurduğu District Six Müzesi; Kamboçya’da en vahşi katliamların, işkencelerin yaşandığı bir hapishanede yazılan bir şiir; 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı’nda, demokrasi ve eşit vatandaşlık için var gücüyle mücadele eden Hrant Dink’in sözüyle, sesiyle buluşmak; Sachsenhausen Toplama Kampı’nda bulunan bir şişenin içinden 58 yıl sonra gün yüzüne çıkan bir notu okumak; Saraybosna’da, savaş döneminde bir çocuğun oyuncak bebeğine ördüğü bir kazakla Savaşta Çocukluk Müzesi’nde karşılaşmak bizlere hakikatin anahtarını sunarken, daha önce deneyimlemediğiniz bir bakış açısı kazanmamızı da sağlar.

District Six [Altıncı Bölge] Müzesi, Cape Town, Güney Afrika || Fotoğraf: districtsix.co.za

Auschwitz ziyaretçilerini, “Bu kampta 1.100.000 kişi öldürüldü” yazısıyla karşılar. Bir bakışta okunabilen bu yazı çok kolay telaffuz edilebilir belki. Peki ya tercüme edilemeyen, telaffuz edilemeyen sessizlikler? Sorulmayan sorular? Kimdi bu 1.100.000 kişi sorusu? Nasıl insanlardı? Nasıl direndiler? Ruhsal direnişlerini korumak için nasıl yöntemler geliştirdiler? Umut etmekten hiç vazgeçtiler mi? Nasıl başa çıktılar? Bir oyuncak ayıya örülen kazak, bir şişeden çıkan not, ağaç altına gömülmüş bir sanat eseri, imha kampında, bir barakanın duvarına bir ressamın gizlice çizdiği resim ne rakamlara sığar ne de istatistiklere. Bakıp geçemezsiniz; görürsünüz, bağ kurarsınız ve gördükleriniz sizinle kalır. Hikâyenin sahibi karşınızda olmasa da, onunla bir iletişim kurarsınız. Bu iletişim, size, siz fark etmeden bir sorumluluk da yükler: O hikâyeleri başkalarına anlatmaya başlarsınız –hafızanın elçisi olursunuz.

Hafıza mekânları aynı zamanda diyalog mekânlarıdır. Sadece insanlara konuşan değil, insanlarla birlikte konuşan, bu mekânları ziyaret eden kişilerin seslerine, sözlerine, geçmişe dair çıkarımlarına, geleceğe dair talep ve tahayyüllerinde yer veren mekânlardır. Dile gelme mekânları olarak da görülebilir hafıza mekânları: Yüzleşilmesi gereken tarihler, asla dile getirilmemesi gereken hakikatle ilgili konuşabilmek için cesaretlendirici birer işlev sunar. “Aslında”larla, “Bunu ilk defa burada itiraf ediyorum” ya da “Ben de aslında geçmişte X’leri sevmezdim,” gibi cümlelerle başlayan dile gelişlerle açılamayan kara kutular açılınca, insanların yüzleştikçe hafiflediği, onarıldığı, iyileştiği mekânlara dönüşür birden. Tam da bu yüzden hafıza mekânlarında diyalog ve etkileşim temelli ziyaretçi programları tasarlamak, ziyaretçinin sesine, sözüne, hikâyesine yer veren, onların sesinin duyulmasını sağlayan temas, diyalog, etkileşim ve ifade alanları yaratmak çok önemli bir işlev görür.

Aralıklarla yakınlaşmak

Sosyolog Ulus Baker, “aralık” ile “mesafe” arasındaki farkı şöyle anlatır: “Aralık, mesafe değildir. Mesafe, birbirlerine ne kadar yakın, ya da örtüşmüş de olsalar iki şey, iki olgu arasındaki ‘uzaklığı’ ölçen şeydir. Aralık ise, birbirinden istedikleri kadar uzak olsunlar, iki şey, iki olgu arasındaki ‘yakınlığı’ ölçen şeydir. [...] [D]ünyanın en uzak yerinde gerçekleşen bir olay, bir isyan, bir sömürü, işkence ve eziyet, küçük bir çocuğun faveladaki mutsuzluk ya da sevinç tarzları– bunlar bize ‘aralıklarla’ bağlanırlar... Öyle ki onlar biziz, biz de onlar çünkü aynı sorunları, –tek ve bir olan– aynı hayatı yaşamaktayız...”[2] Hafıza mekânları da, farklı coğrafyalardan insanları ve hakikatleri aralıklarla birbirine bağlarken, uzağı yakın kılmanın ötesinde, bilinmeyeni bilinir kılar. Ermenistan’daki müzede sergilenen iki küp şekerin hikâyesi, Arjantin’den sergiyi ziyaret etmeye gelen bir kişinin gördüklerini aktarmasıyla, bambaşka bir coğrafyada yaşayan insanlara aralıklarla bağlanır. Aradaki mesafe ister 10.000 km, ister 10 saat olsun, Arusyak Babikian’ın hikâyesi bu bağlantılarla yaşar. Yaşayan sadece Arusyak’ın hikâyesi olmaz, Arusyak da yaşar. Hafıza aktarılır; geçmiş, şimdi ve burada yaşamaya devam eder –yeter ki bilmeye cesaret edenler ve anlatmaktan vazgeçmeyenler olsun. Nazi kamplarından kurtulduktan sonra, hayatını Nazilerin yakalanıp yargılanmasına adayan Simon Wiesentahl’in dediği gibi, “İnsanlar hatırladıkça umut yaşar.”

Arusyak Babikian da; District Six bölgesinde yaşamış Noor’un hikâyesi de; geçmişte, Arjantin’de tutuklama ve işkence merkezlerinden birisi olan ve bugün bir müze ve hafıza mekânı olarak faaliyet gösteren ESMA’dan [Espacio Memoria y Derechos Humanos] kurtulmayı başarabilen ve bu kurumun direktörlüğünü yürüten Alejandra’nın [Naftal] mücadelesi de; Alman bir iş insanı olup hayatını riske atma pahasına Yahudileri kurtarmak için var gücüyle çabalayan, Holokost döneminde kör ve sağır Yahudileri istihdam ederek fırça ve süpürge ürettiği atölyesinde Yahudileri saklamak için gizli bir oda yaptıran Otto Weidt’in vicdanlı duruşu da; Ukrayna’daki Savaşta Çocukluk Müzesi’nde bulunan, 11 yaşındayken savaş bombardımanı nedeniyle sığınakta ona güç veren oyuncak bebeği Grisha’yı bizlerle buluşturan Margaryta’nın çocuk kalbi de, sadece geçmişin değil, hafıza, hatırlama ve anma mekânları sayesinde bugünün, bizim de birer parçamız. Onların hikâyesi, mücadelesi, yaşadıkları ve yaşayamadıkları anlatıldıkça, aktarıldıkça var olacaklar.

Hrant Dink’in de vurguladığı gibi, “Bugün hâlâ unutmayı savunanlar, aslında sadece geçmişten değil, gelecekten korkanlardır. Unutulmamış geçmiş, geleceğin de teminatıdır.” Geleceği teminat altına almak için hafıza elçilerine, yüzleşmeye ve bilmeye cesaret edenlere daha çok ihtiyacımız var. “Bir Daha Asla” cümlesi, ancak somut adımlar atılarak, hafızayı eyleme dönüştürerek, hatırlayarak, hatırlatarak, acıyı güce dönüştürerek bir slogandan öteye geçip anlam kazanacak.

  1. Aleida Assman, “Forms of Forgetting [Unutmanın Biçimleri]” (konuşma metni, Castrum Peregrini, Amsterdam, 1 Ekim 2014).
  2. Ulus Baker, “Vicdan: Romantizmin Ufku”, Ahmet Telli ile söyleşi. Ütopiya: Mevsimlik Hayat Bilgisi Kitabı 6, Ocak 1999.